23 Nisan 2012 Pazartesi

Telefonda Alo Dememizin Hikayesi

Telefonda neden alo deriz? hiç düşündünüz mü? Ben daha önce bunu hiç düşünmemiştim. Hayatımızdaki bir çok şeyi neden yaptığımızı düşünmeden, sorgulamadan yapıyoruz. Tıpkı bir makine gibiyiz. Neyse lafı uzatmadan gelelim ''alo''nun hikayesine...

Telefonu icat eden Graham Bell, ilk telefon hattını sevgilisinin evine çeker. Bir gün atölyesinde telefon çalınca arayanın sevdiği kızdan başkası olmayacağını bildiğinden Graham Bell, telefonu açar açmaz ''Alessandra Lolita Oswaldo'' der. Graham Bell, zamanla sevgilisine telefonda isminin baş harfleriyle hitap etmeye başlar ve bu Lolita'yı telefonu her açışında ''alo'' diye karşılar. İşte telefonda kullandığımız ''alo sözcüğü Graham Bell'in sevgilisinin adının kısaltmasıdır.

Bu hikayenin sonrasında sevgilisi, Graham Bell'in bitmek tükenmek bilmeyen denemelerinden rahatsız olur ve Bell'i terk eder, ama ismi milyarlarca insanın ağzında her gün söylenmeye devam eder.

Yeni bir şey öğrendikçe hiçbir şey bilmediğimi anlıyorum ve sorgulamanın, soru sormanın öneminin iyice farkına varıyorum.  Size ''alo'' diyorum :)

Arda Girgin

21 Mart 2012 Çarşamba

Ruhun Şad Olsun Satı Kadın


Bugün Satı Kadın'ın ölüm yıl dönümü... (d. 1890 - ö. 21 Mart 1956) Peki kimdir bu Satı Kadın?
Şu anısından bahsetmeden Satı Kadın anlatılmaz.

Sakarya Savaşından sonra Büyük Taarruz'dan önceydi.Atatürk, Kızılcahamam'a giderken Kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. Atatürk bir ağaç altında biraz dinlenmek istemişti. Köyün muhtarını sordu kendisini karşılamaya gelen köylülere. Esmer, orta boylu bir kadın, elinde ayran güğümüyle ''Muhtar benim paşam'' dedi. Muhtar olan kocası askere gitmiş. O da kocasının muhtarlığını sürdürüyormuş. ''Paşam köyümüze hoş geldin, safa geldin, şeref verdin, diyerek, güğümlerden bir tasa ayran doldurup içti. Sonra da başka bir tasa ayran doldurup, ''Paşam ayranımız temizdir. Rahatça içebilirsiniz,'' diyerek Atatürk'e ve etrafındakilere ayrandan eliyle ikram etti. Eski Türk adetlerine göre ev sahibi, çok sevdiği, saydığı bir kişiye yenilecek veya içilecek bir şey ikram edecekse, önce ondan kendi yer veya içer; sonra misafirine ikram edermiş. Bunun manası bu yemekte sana zarar verecek herhangi bir şey yok. Eğer varsa önce bana zarar versin. Öldürecekse önce ben öleyim. Sen yeme ve ölme manasını taşırmış.

Kadın, kocasının Sakarya Savaşı'nda boğazından yaralandığını anlattı.
Atatürk sordu:
-Ne zaman doğdun?
-1919'da siz Samsun'a çıktığınız zaman doğdum Paşam.
Atatürk bir an düşündü, kadının bu ifadesine göre 2-3 yaşlarında olması lazımdı.
-Nasıl olur? diye sordu.
-Evet Paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki!
5 ya da 6 çocuklu bu Anadolu kadını 1890 doğumluydu. Türkiye'deki ilk kadın muhtardı. Bu bilmiş ve erkek gibi olan kadın, Satı Kadın'dı.

Atatürk, aradan 12 yıl geçse de bu kadını unutmadı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilince, onu buldurup milletvekili yaptı.

Soyadı Kanunundan sonra Çırpan soyadını alan Satı Kadın'ın ismi de Atatürk'ün ricasıyla Hatı olarak değiştirildi.

Atatürk birçok batı ülkesinden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren, üstelik bunu bir İslam ülkesinde gerçekleştiren eşsiz bir devrimciydi.

Bugün kadınların mecliste temsil oranında Atatürk döneminden ileride değiliz. Hala kadınlara kota tartışılıyor. Satı Kadınlara bu dönemde de çok ihtiyacımız var. Ruhun şad olsun Satı Kadın.

Arda Girgin

Ayrıntılı bilgi için başvurulacak kaynak: Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul- Atatürk'ten Hiç Yayınlanmamış Anılar (s: 91-93)

19 Mart 2012 Pazartesi

Çanakkale Geçilmez, Mustafa Kemal Yenilmez

Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal

Çanakkale Savaşı, bir Mustafa Kemal mucizesidir, 1. Dünya Savaşı'nın akışını değiştirmiştir, Rusya'da Bolşevik devrimin getirmiştir, emperyalizm ilk kez yenilmiştir, Kurtuluş Savaşına,Cumhuriyete giden yoldur, yenilmez armada denilen Fransız, İngiliz donanmasının yenildiği, başarısız olduğu tek çıkartmadır. Özetle; Çanakkale geçilmedi, geçilmezdir, Mustafa Kemal yenilmedi, yenilmezdir.

Ben size taarruz etmeyi değil ölmeyi emrediyorum demiştir, Mustafa Kemal askerlerine, sadece demekle kalmamış, en önde ölüm yoluna kendisi gitmiştir. Armstrong'un Bozkurt kitabından aktaralım:(s:61) ''Bir keresinde, yeni kazılmış bir siperin dışında oturuyordu. Bir İngiliz bataryası sipere açtı. Toplar menzili buldukça şarapneller gitgide daha yakınlara düşmeye başladı, vurulması matematiksel olarak kesindi. Kurmayları sipere girmesi için yalvarmaya başladılar. Hayır, dedi; ''Saklanmak adamlarım için kötü bir örnek olacaktır.''

Yıllar sonra Anzak analarına ''onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır'' diyerek mektup yazması Atatürk'ün barış ve insan severliğini gösterir. Dünyada kaç lider ve asker ülkesini işgale gelen düşman askerlerine bizim evlatlarımız diyebilir? Atatürk bu nedenle ölümsüzdür işte...


Koca Seyit ve Mustafa Kemal'le Bir Anısı

Koca Seyit, 275 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayan meşhur kahraman... Çanakkale Savaşından sonra Seyit Onbaşı'nın top mermisi sırtında fotoğrafını çekmek istediler. Kaldıramadı. Yine savaş çıksın yine kaldırırım dedi.

Çanakkale'de askerlerin menüsü; şekersiz üzüm hoşafı, bazen yarım tayın ekmek, bazen 1 tayın ekmek, bazen ekmek yok...

Koca Seyit'e 1 tayın ekmek yetmiyor, Koca Seyit'in tayınını ikiye çıkaralım diyorlar. Koca Seyit, diğer arkadaşlarıma da 2 tayın verecekseniz bunu kabul ederim diyor. Bakıyorlar imkanlar kısıtlı, bu mümkün değil Koca Seyit'e de 1 tayın ekmek veriyorlar. İşte bu Koca Seyit'in koca ruhu, koca yüreğidir Çanakkale Savaşını kazandıran... Daha sonra Mustafa Kemal'le karşılaşınca aralarında şöyle diyalog geçti:

-Koca Seyit denen onbaşı sen misin evladım?

-Evet benim kumandanım.

-Tek başına nasıl kaldırabildin koca gülleyi?

-Allah’ın izniyle oluverdi kumandanım. Sankim gülle ufacık tefecik bir çam bölmesi gibi geliverdi.

-Peki asker, sen kumandanlarından hiçbir para, altın gibi ödüller kabul etmemişsin, varlıklı da değilsin, acaba bu nedendir?

-Olsun komutanım. Memleketimize kırkyılın başı bi iş, bi hizmet yaptıysak, hemen ödül, mükafat mı olurmuş. Sonacım benim eskerlemdeki en büyük mükafatı siz verdiniz. Beni yanınıza çağırıp, fincan gayve sunmanız benim için en büyük mükafattır, gumandanım!

-Asker gülleyi kaldırdığın gibi beni de kucaklayıp kaldırabilir misin? Söyle asker, çekinmeden söyle, kaldırabilir misin?

Koca Seyit biraz durakladıktan sonra, Atatürk’ün yüzüne anlamlı şekilde bakıp, sorusunu yanıtlar:

-Hayır kumandanım.

-Niye, ben koca gülleden daha ağır mıyım sanki?

-Gülle başka, siz gene başka kumandanım. Sizi ben del kimsecikler galdıramaz. Çünküm sizin büyüklüğünüz, ağırlığınız gülleyle ölçülemez, gumandanım!

-Sanıyorum eski bir askersin. Askerlikten bıktın mı, terhis olup da evine döndükten sonra bu ocağa seni yeniden çağırsalar severek, isteyerek, gönlünce yine koşar gelir misin?

Koca Seyit hiç düşünmeden:

-Tabey gelirim gumandanım. Değil dokuz sene on sekiz sene de yapsam ekserlimi sizin gibi gomutanlar haydin ekser ocana gelin dedi miydi tabeyke hemen gene koşup gelirin, cevabını verir.


Seyit Onbaşı, savaştan sonra ormancılık ve kömürcülük işlerine devam etti. Bir gün Mustafa Kemal'in karşısına çıkaracaklar, üstü başı kömür içinde, eve gidip üstümü değiştireyim diyor, olmaz paşa bekler diyorlar. Apar topar götürüyorlar. Kaymakam, bu halde paşanın karşısına çıkaramam, şunu gidin bir hamama götürün diyor. Hamama götürüyorlar Koca Seyit'i. Kıyafet de bulmak lazım buna diyorlar, kaymakamın kıyafetini veriyorlar Seyit'e. Seyit iri yarı, kaymakam kısa boylu, Seyit'in üstünde komik duruyor kaymakamın elbisesi. Atatürk, Seyit'i bu halde görünce gülüyor. Hey Koca Seyit bu ne hal? diyor. Seyit: Paşam kaymakam hamamına giren böyle olur diyor. Aralarında şöyle diyalog geçer:

- Sana maaş bağlatalım Onbaşı

- İstemem gomutanım, ben para için değil milletim için orduya hizmet ettim.

Bu cevap karşısında Atatürk çok duygulanır..

Ancak Seyid Onbaşı her ne kadar maaş istemesede ilk gazi maaşı kendisine bağlanır..

1939da Seyid Onbaşı öldüğünde ortaya şöyle bir şey çıkar; gazilik maaşı hesabında birikmiş, Koca Seyid ise paranın bir kuruşuna dahi dokunmamıştır..

Çanakkale Can Pazarında Oğlunun Ölüsünü Gören Doktor

Çanakkale'de sağlık imkanları çok yetersiz, yaralıların yaşama şansı yüzde 50'den az ise ölüme terk ediliyor, kurtarılma şansı yüksek olanlarla aralarında zorunlu bir tercih yapılıyor. Bir tane yaralının yüzünü açıyorlar, doktor bir bakıyor, öz oğlu, oğluna torpil yapmıyor, hemen diğer yaralıyı istiyor, oğlunun mezarına ancak ertesi gün gidiyor. Bugün kaç tane doktor bunu yapabilir?

Çanakkale ruhuna çok ihtiyacımız var, o ruhu özlüyoruz. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün Çanakkale kahramanlarının, şehit ve gazilerimizin ruhu şad olsun.

Mehmet Akif Ersoy'un dizeleriyle bitirelim:

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı


Arda Girgin

Not: Çanakkale'deki savaşa ait tarihi eserler 1973'te Milli Park yapılıp koruma altına alınana kadar devlet ve halk tarafından satılmış. Tarihimize sahip çıkamıyoruz. Tarihine sahip çıkmayanın geleceği olmaz.

7 Mart 2012 Çarşamba

''Zulme Karşı Direnmeye Var mısınız?''

Başlıktaki sözler Emine Ülker Tarhan'a ait. Herkesi zulme karşı direnişe, dişe diş, göze göz mücadeleye çağırıyor.

Dün İzmir'de Konak Belediyesinin düzenlediği etkinlikte CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, kadının emeği konulu bir konuşma yaptı.

''Sadece zeybek oynarken diz çöken, gavur İzmir'in Kuvayi Milliyecileri buradalar mı? diye sözlerine başlayan Tarhan, Uğur Mumcu'nun deyişiyle kökü Ankara'ya, Anıtkabir'e bağlı olanlar, size oradan selam getirdim. Pes etmeyen İzmir merhaba'' dedi.

4+4+4 sistemine de değinen Tarhan, ''Bu sistemde eğitimin zenginlere özgü bir hak haline geldiğini görüyoruz. Çünkü yoksul kesim dört yıldan sonra çocuklarını okula göndermeyecekler. Bir süre sonra da çocuk gelinlerin sayısının arttığını göreceğiz dedi. Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarıyoruz’ diyorlar aslında 4 yıla indiriyorlar. İlk 4 yıldan sonra diploma alan bir yoksul aile çocuğa sonra devam edemez. AKP'nin kartlarını açık oynaması gerekir. Milli Eğitim Bakanı’nın Cumhuriyet ile hesaplaşmak istediğinden kimsenin kuşkusu yok.
Başbakan kreşlere karşı çünkü kadının çalışmasını istemiyor. Okul öncesi eğitimi o nedenle kaldırıyorlar. ''

İzmir'in hedefte olduğunu söyleyen Tarhan, şunları söyledi:
"Sahte davalarla muhaliflerin başına çuval geçirmede ustalaşıp İzmir’in de başına çuval geçirmeye çalışanlar; İzmir pes etmeyecek.Gavurluğundan ödün vermeyecek.12 Eylül darbecilerinin iyi çocukları, darbelerden palazlananlar, hızlıca gömlek rengini bir ton açıp işe koyulanlar, İzmir üzerinden Cumhuriyet’i sanık sandalyesine oturtmaya çalışanlar çok bekleyecekler. İktidarın kamçısına göre kişneyen bir adalet yarattılar.''Bugün bize ’Bir partinin yanında değilseniz asla adalete ulaşamazsanız’ diyorlar.

"Onlar (AKP'liler) kadın haklarını bilmez. Çünkü kadına saygı duymazlar. Kadınları korumaya çalıştıklarını söylüyorlar. Bizim istediğimiz bu değil. Bizi korurken lütfen soyumuzu tüketmesinler.

Zulme karşı direnmenin meşru bir hak olduğunu söyleyen Emine Ülker Tarhan; ''Sizleri, zulme karşı sivil haklar bildirgesindeki gibi direnmeye çağırıyorum. Mustafa Kemal’in İzmirli askerleri; sizi direnmeye, adalete çağırıyorum. '' dedi.
90 yıllık Cumhuriyet’ten 9 yılda rövanş almaya çalışanlar göze göz,dişe diş mücadeleyi göze almalı. Ben varım,siz var mısınız? diye İzmirlilere sordu. ''

Evet zulme, baskıya karşı direnmek evrensel bir haktır, meşrudur, herkesin bu meşru hakkını kullanması lazım, korkup susarsak, sessiz tepkisiz kalırsak daha sonra şikayet etme hakkımız da olmaz. Emine hanımın çağrısı bu yüzden çok anlamlı, dişe diş göze göz mücadeleye hazır olmak gerekiyor, aksi halde Cumhuriyetin başta kadın hakları olmak üzere tüm kazanımları birer birer elden gider, gidiyor.

Arda Girgin


25 Şubat 2012 Cumartesi

Vagon Li ve Türk Dili

KPSS'ye çalışırken öğrendiğim 89 yıl önce bugün yaşanan Vagon Li olayı,
1933 yılında Vagon-Li Şirketi'nin müdürünün Türkçe konuşan memuruna şirketin resmi dilinin Fransızca olduğunu bildirilerek, para ve işten uzaklaştırma cezaları vermesiyle başlamış olaylardır.


25 Şubat 1933 günü aralarında Peyami Safa, Cahit Arf gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu Darülfünun ve Milli Türk Talebe Birliği öğrencileri, toplanıp şirketin Beyoğlu'nda bulunan şirket bürosu önünde protesto gösterileri yapmaya başlamışlar daha sonra olaylar büyümüş, camları kırarak büroya giren öğrenciler, Mustafa Kemal'in duvarda asılı olan resmini aldıktan sonra büroyu tahrip etmişlerdir. Grup, ellerinde Mustafa Kemal resmi ve Türk bayraklarıyla şirketin Karaköy bürosuna gelmiş, aynı şekilde Mustafa Kemal'in resmini duvardan aldıktan sonra büroyu tahrip etmişlerdir. En sonunda İstanbul Valiliği'nin önüne gelen kalabalık, gazete binalarının önünde bir süre daha gösteriyi devam etmişler ve ellerindeki Mustafa Kemal resimlerini Halkevine teslim ettikten sonra dağılmışlardır.
Yaşanan olaylar üzerine şirket, Naci Bey'i işe başlatmış, Azınlıkların ve gayri müslimlerin yoğun olarak yaşadığı Pera (Beyoğlu) civarında birçok yabancı şirket, Türkçe isim kullanmaya başlamış ve yeniden "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyası başlatılmıştır. Vagon-Li şirketi daha sonra Osmanlı Devleti döneminden kalan birçok yabancı şirket gibi devletleştirilmiştir.


89 yıl önce Cumhuriyet'in getirdiği o milli duruş, direnç bugün var mı peki? Diline sahip çıkan bir gençlik var mı?
Bugün aynı olaylar yaşansa, protestocu öğrenciler gözaltına alınır, bir güzel dayak yer, büyük bir ihtimalle hapis cezası alır ileri demokrasimizde!

Türk dili bugün egemen dil İngilizce'nin işgali altındadır. Türkler kendi aralarında İngilizce konuşmakta, yazışmakta, birçok üniversitede eğitim dili İngilizcedir, birçok Türk mekanının adı İngilizce yazılmaktadır. Türkçe yazılan bir lokanta, kafeterya veya herhangi bir işyeri tabelasına nadiren rastlanmaktadır. Türk dilinden, kimliğinden utanma had safhadadır.

Özetle; 89 yıl önce bugün Türk diline, Türk kimliğine, milli benliğine, ülkesine, bağımsızlığına sahip çıkan Cumhuriyet ruhunu, Atatürk gençliğini bugün çok arıyoruz.

Arda Girgin

Kaynak: Vikipedi



19 Ocak 2012 Perşembe

Agos Önü

Agos Önü

Bir Cuma günü
Agos'un önü
Oldu kan gölü
Yerde yatıyor ölü






Güvercinleri ürkütmeyin
Özgürce uçabilsin
Hrantları öldürmeyin
Düşünceyi savunabilsin

O özgür bir güvercindi
Avcı gagasından vurdu gitti
Onu köpeklere yem etti
Avcılar öldürmeyin güvercinleri

Bu ne biçim ülke anlayamadım ki
Ölmeden önce vatan hainiydi
Şimdi oldu şehit gazeteci
Yarın öbür gün unutulmayacak mı

Biz yüzyıllarca kardeşçe yaşamadık mı
Soykırım denen hikaye emperyallerin uydurması
Şimdi onların eline öyle bir koz verdik ki
Bu fanatik meczup katil vatanına mı hizmet etti

Arda Girgin

Hrant Dink 5 yıl önce bugün öldürüldüğünde yazmıştım bu satırları... Katilin arkasındaki karanlık güçlere hala dokunulamadı.Katili de yaşının küçük olması nedeniyle yakın bir zamanda serbest kalacak.Hrant Dink de böyle Ocak aylarında gündem saptırma malzemesi,mezesi olarak kullanılacak,unutulacak.Bu cinayet tarihin puslu sayfalarında yerini alacak. Nokta.......................

13 Ocak 2012 Cuma

Zeitgeist-Zamanın Ruhu






Zeitgeist(Zamanın Ruhu) belgeselini nihayet izleyip bitirdim.


İyice anlamak için bir daha izlemem gerektiğini de düşünüyorum.


Belgesel yaşadığımız kapitalist sürecin yarattığı sorunları kaynağıyla birlikte ele alıyor.İşsizlik başta olmak üzere yaşamış olduğumuz bir sürü sıkıntıyı kapitalizmin yarattığını anlatıyor.


Sadece bunlara değil insan anatomisinden,anne karnındaki çocuk gelişimine,bu gelişimi engelleyen

nedenlere,Darwin'e,biyolojiden,psikolojiden felsefeye bir çok konuya derinlemesine giriyor.Yer yer ekonomi dersinde gibi hissediyorsunuz kendinizi...


Dünyadaki toplam servetin yüzde 40'ının sadece yüzde 1'lik kesimin elinde olduğunu öğreniyorsunuz.Gandi'nin ''Şiddetin en ölümcül biçimi yoksulluktur sözü'' ile yoksulluğun savaşlardan daha çok insan öldürdüğü anlatılıyor.


Yine belgeselden aklımda kalan bir cümle:''Ne kadar az adalet ararsan o kadar az acı çekersin.Çünkü adalet diye bir şey yoktur.''


Yaşadığımız kıtlığın yoksulluğun,buna bağlı gelir adaletsizliğinin,daha birçok sorunun kaynağı kapitalizm,kabul ama çözüm ne?Sosyalizmin de çözüm olmadığı,yıkıldığı ortada,bir üçüncü yol olmalı ama ne olmalı?



Son bölümde çözüm önerilerini de sunuyor.İşte benim bu noktada bazı eleştirilerim olacak:


*Kaynak bazlı ekonomiden,kaynakları etkin kullanmaktan bahsediyor.Peki bu kaynaklar nasıl paylaşılacak?


*Teknolojinin işsizliği arttırdığını söylerken makineleşmeyi savunuyor,her işi insanların yerine makinelerin yapacağını söylüyor,arabaların şöförsüz olacağını söylüyor.Peki tamam otomasyona,teknolojik yeniliğe karşı değilim ama teknolojik gelişmenin arttırdığı işsizlik nasıl çözülecek?Burada bir çelişki var.Doğada herkese yetecek kadar kaynak var diyor.Doğada herkese yetecek kaynak var,o zaman çalışmaya gerek yok,böyle bir mantık da pek adaletli değil.


*Paranın artık kullanılmayacağını,buna gerek kalmayacağını söylüyor.Peki bankalar,borsalar,bu kadar mevduat,bunların sahiplerinin kazanılmış hakları ne olacak?Paranın yerine ne kullanacak?



Bu 2 saat 40 dakikalık eğitici,öğretici,düşündürücü belgeseli izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.

Arda Girgin

7 Ocak 2012 Cumartesi

Metin Uca-Hakuna Matata-Takma Kafana



Hakuna Matata,Metin Uca'nın tek kişilik gösterisinin adı;anlamı takma kafana demek... ''Hiçbir şeyi kafana takmazsan rahat edersin!'' diyor Metin Uca.


Metin Uca,gösteride gazete küpürlerindeki,haberlerdeki,TV programlarındaki trajikomik olaylardan yola çıkarak Türkiye'ye özgü çelişkileri yansıtıyor,burası Türkiye dedirtiyor,ağlanacak halimize güldürüyor.


İzleyenler,yok artık bu kadar da olamaz diyor,bu gerçek mi,yok yok gerçek değildir diyor,ne yazık ki hepsi gerçek;acı ama gerçek...


Metin Uca,yaşanan bu süreci akıl ve bilimden uzaklaşmaya bağlıyor,hiçbir şeye tepki göstermediğimizi,her şeyi çok çabuk kabullendiğimizi söylüyor.


Hiç arasız 1.5 saatte biten gösteri sonunda acı acı güldüm,kahkahalarla ağladım.Uzun uzun düşündüm.Kafamda bir sürü soru işaretleri kaldı.Metin Uca,eğlenceli uslubu,renkli kişiliğiyle,ince mizahıyla sıkmadan soluksuz izlettiriyor.


Küçük bir eleştirim var Metin Uca'ya:Haksız tutuklamalara üstü kapalı olarak değinse de gündemdeki sıcak gelişme;İlker Başbuğ'un tutuklanmasına değinmesini bekledim,değinmedi.Bir de akıl ve bilimden uzaklaşmaktan bahsederken bunun asıl nedeni;bireylikten çıkıp kul olmamızdan,tarikatlaşma ve cemaatleşmeden bahsetmedi,dokunanın yandığı malum odaktan hiç söz etmedi.



Herkese bu Türkiye gerçeğini,özetini izlemesini tavsiye ederim,hem gülecek,hem düşünecek,hem de eğleneceksiz.


Arda Girgin


Fotoğraflar biraz kötü ve karanlık ama idare edin artık :)